28 Mayıs 2018 Pazartesi

Miami'ye Ruhunu Veren Üç Mahalle

Miami Beach'in Miami'ye köprülerle bağlanan farklı bir ada-şehir olduğunu bir önceki yazımda belirttiğim ve Miami Beach'in keyfine varmanın 7 farklı yolunu yine aynı yazımda anlattığım için bu sefer odağımda sadece Miami var. Miami'yi yakından tanıyabilmek için şehre ruhunu veren üç mahalleye - Little Havana, Wynwood, ve Coconut Grove - doğru bir yolculuğa çıkacağız. Haydi o zaman serüven başlasın!


Little Havana


Gerçek şu ki, Little Havana’nın sokaklarında yürümeden, domino oynayan emeklileri seyretmeden, yüzlerce çeşit puronun arasında kaybolmadan, Küba kahvesini yudumlamadan, sadece İspanyolca konuşan garsonlardan sipariş vermeden Miami’yi tam olarak görmüş sayılmazsınız. 

Little Havana'nın Horozları
Tüm bunları yapabilmek içinse doğru adres Little Havana’nın kalbi Colle Ocho caddesi. Sağlı sollu dükkanların, kafelerin, barların ve restoranların sıralandığı bu caddede yürürken duyacağınız Latin ezgileri ve rast geleceğiniz güler yüzlü insanlar size Amerika’da olduğunuzu unutturabilir. 

Colle Ocho (Little Havana)
Cadde boyunca yürürken insan boyundaki rengarenk horoz maketleri dikkatinizi çekecektir. Horoz imgesi neredeyse tüm Karayipler’de kullanılıyor olsa da Little Havana denince akla kadrajın içinde horoz maketlerinin olduğu sokak fotoğrafları gelmekte. 

Walk of Fame (Ünlüler Yolu) 
Colle Ocho üzerinde yürürken gözünüz biraz da kaldırımlarda olsun zira bu cadde Walk of Fame’nin (Ünlüler Yolu) Latin versiyonuna sahip. Miami’ye boşuna batı yakasının Los Angeles’i denilmiyor, değil mi? Cadde boyunca ilerlerken emekli Kübalıların günlerinin büyük bir bölümünü domino oynayarak geçirdiği Maximo Gomez Park’ı ya da namı diğer Domino Park’ı göreceksiniz. Kahvehane kültürüne çok da uzak olmayan bu görüntüdeki en büyük eksik ise tavşan kanı çaylar.

Domino Park
Yürümeye devam ettikçe puro satan birçok dükkana rast geleceksiniz. 1896’da Küba’da üretime başlayan Cuba Tobacco Cigar Co., Little Havana’nın en eski puro imalathanelerinden. Cuba Tobacco Cigar Co., kendi işçilerinin sardığı özel imalat puroları pazarlıyor olsa da üretim yapmadan satış yapan dükkanlar da mevcut. Little Havana Cigar Factory, dünyada üretilen çeşitli puroların satışının gerçekleştiği dükkanlardan biri. Tasarımı, atmosferi ve fonda çalan müzikleriyle Little Havana Cigar Factory, puroyla arası olmayanların dahi uğraması gereken bir dükkan.

Little Havana Cigar Factory
Kan şekerinizin düşmeye başladığını hissederseniz Colle Ocho üzerinde yer alan turistik bir mekan yerine lokal bir alternatif düşünebilirsiniz. Kübalıların arasına karışıp size İspanyolca servis yapan garsonlardan yemek sipariş etmek ve bol kepçe bir öğünü gayet makul bir fiyata yiyebilmek için El Nuevo Siglo Süpermarket doğru tercih. Burası adından da anlaşılabileceği gibi esasında bir market ama marketin bir köşesi bar ve restoran olarak dizayn edilmiş. Özellikle Latinler tarafından tercih edilen mekanda pilav, kızartılmış muz ve fasulye çorbası eşliğinde servis edilen kızartılmış tavuk göğsünü 6 dolara afiyetle yiyebilirsiniz. 

El Nuevo Siglo
Güzel bir yemeğinin üzerine bir de kahve derseniz, Cuba Tobacco Cigar Co.’nun üç dükkan solundaki küçük mekandan bir cafe Cubano yani Küba kahvesi alıp yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. Sert ama kolay içimli olan bu kahveyi sipariş ederken Kübalıların kahveyi şeker ilavesiyle servis ettiklerini unutmayın.

Cafe Cubano

Wynwood


Bir zamanların endüstri mahallesi, bugün rengarenk sokaklarıyla Miami’nin en ilgi çeken bölgelerinden. Wynwood’un büyük dönüşümü, emlakçı Tony Goldman’ın konsept projesini 2009 yılında hayata geçirmesiyle başlamış. Goldman, 2009’a kadar atıl durumda olan altı sanayi binasını satın alarak buraya dünyaca ünlü duvar sanatçılarını davet etmiş. Sanatla canlanan bu küçük alan mahalleye olan ilgiyi ve yatırımı arttırmış. 

Wynwood Walls
Wnywood’a varınca büyük dönüşümün temelinin atıldığı o küçük alana yani Wynwood Walls'a uğramadan olmaz ancak mahalleyi daha iyi tanıyabilmek için sokakları birbirine bağlayan grafitilerde kaybolmak gerek. Yürümekten ve fotoğraf çekmekten yorgun düştüğünüz anda kendinizi sanatla yaşamın buluştuğu onlarca mekandan birine atın.
Wynwood Walls


Coconut Grove



Miami şehir merkezinin hemen güneyinde yer alan Coconut Grove, bohem havasıyla Miami’nin diğer mahallelerinden çok farklı. Butik dükkanları, gurme restoranları, yemyeşil parkları ve Biscayne 
Körfezi’nin parıltılı sularıyla Coconut Grove, hayatı kolayından alabilenlerin mahallesi. 

Villa Vizcaya
Coconut Grove’u keşfetmeye park ve bahçelerinden başlayabilirsiniz. Bunun için Vizcaya Müzesi ve Bahçesi (Vizcaya Museum and Gardens) doğru bir başlangıç. Villa Vizcaya olarak da bilinen yapı, 1914 ile 1922 arasında James Deering adındaki iş adamı tarafından inşa ettirilmiş. Rönesans mimarisini örnek alan yapı, Amerika’daki en önemli İtalyan mobilya takımı koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Villanın yanı sıra geniş bahçesi ile de büyülü bir atmosfere sahip olan komplekse giriş ücreti yetişkinler için 18 öğrenciler içinse 10 dolar. 

Barnacle Milli Parkı
Villa Vizcaya’dan sonra Coconut Grove’un kalbindeki The Barnacle Historic State Park’a uğrayabilirsiniz. 1891’de mahallenin ilk sakinlerinden olan Ralph Munroe tarafından inşa ettirilmiş olan malikhane, bugün Florida eyaleti tarafından milli park statüsünde korunuyor. Biscayne Körfezi üzerine inşa edilen ilk yapılardan biri olmasının yanında geniş bahçesiyle de insana huzur veren bir yer burası. Barnacle Milli Park’ına giriş ücretsiz.

Barnacle Milli Parkı
Temiz hava iştahınızı açtıysa ve Meksika mutfağını seviyorsanız Barnacle Milli Park’ına yürüme mesafesiyle 4 dakika uzakta olan El Taquito’da etli ya da tavuklu üç tacoyu 6 dolara yiyebilirsiniz. Eğer taco ile aranız yoksa lezzetli bir burger için Lokal Burgers doğru adres. Burger fiyatları 12-16 dolar arası değişiyor, sandviçlerse ortalama 15 dolar. Yemekten sonra kendinizi şımartmak isterseniz, El Taquito’nun çaprazında yer alan Smooshies’in nitrojen dondurmasını 6.5 dolara deneyebilirsiniz. Dondurma tabanlı, sütlü çikolata esaslı ve iri çikolata tanecikli nitrojen dondurma, kulağa klasik bir tercih gibi gelse de tadı damağınızda kalacak cinsten. 

Smooshies'in Nitrojen Dondurması
Coconut Grove’un atmosferi sizi teslim alırsa ve bu esnada hava da kararmaya başlıyorsa kendinizi güzel bir akşam yemeği ile şımartın. Strada in the Grove, unutulmayacak bir akşam yemeği için doğru adres. Bu İtalyan restoranında makarna fiyatları 12 ile 21 dolar arasında değişiyor. Biraz da protein derseniz pollo a la champagne’i (şampanya soslu tavuk) deneyebilirsiniz (23 dolar). 

Strada in the Grove

Daha fazla seyahat hikayesi için instagram sayfamı ziyaret edin. 





19 Mayıs 2018 Cumartesi

Miami Beach'in Tadına Varmanın 7 Farklı Yolu

Miami Beach’in düşünülenin aksine bir plaj değil de Miami şehrine köprülerle bağlanan farklı bir ada-şehir olduğunu belirtip, Miami Beach’in tadına varmak için yapılması gereken 7 farklı aktiviteyi sıralıyorum.


1) Ocean Drive’a Gidin

Miami Beach şehrinin en bilindik caddelerinden Ocean Drive, okyanus kıyısında 1. caddeden başlayıp 15. Caddeye kadar devam eden geniş bir yol. Ocean Drive’ın en popüler bölümü South Beach’ın yan komşusu Lumnus Park boyunca uzanan kısmı. Ocean Drive, burada Art Deco bölgesinden geçmekle kalmıyor birçok restoran ve kafeye de ev sahipliği yapıyor. Ocean Drive, aklınızdaki ‘çılgın Miami’ imajının sağlamasının yapılabileceği bir bölge. Burası havanın kararmasıyla birlikte mekanların dolup taştığı, üstü açık lüks araçların son ses müzikle ilerlediği, yarı çıplak kadınların boy gösterdiği bir cadde haline dönüşüyor.

Ocean Drive


2) South Beach’te Güneşlenin
South Beach, deniz kum güneş üçlüsünün yerine, daha çok güneşin tadının çıkarabileceği bir plaj. Atlantik’in kıyıya vuran hırçın dalgalarını bir an olsun unutsanız bile, plaj boyunca uzanan yosun birikintileri ve bulanık su keyfinizi kaçırabilir. Temiz plajlarda deniz kum güneş üçlüsünün tadına varmak için önerim Miami şehrine 35 dakika uzaklıktaki Fort Lauderdale olacaktır. 

South Beach

3) South Pointe Park’a Uğrayın

Miami Beach şehrinin en güney ucunda yer alan park, 1. Caddenin bitiminde başlıyor. Paten kayanları, bisiklete binenleri, koşanları, güneşlenenleri yani kısacası hayatın tadını çıkaranları görebileceğiniz bir yer burası. Eğer siz de yaşamı kolayından almak niyetindeyseniz, South Point Drive üstündeki Haagen Dazs’tan dondurmanızı kapıp bu neşeli kalabalığa dahil olabilirsiniz. 

South Pointe Park


4) Espanola Way’de Güne Ara Verin
İspanyol kolonyal mimarisinin izlerini taşıyan bu küçük mahalle 14. Cadde ile 15. Cadde arasında yer alıyor. Kafeleri ve restoranlarıyla ünlü Espanalo Way’de kendinizi şımartmak için Meksika mutfağından İtalyan lezzetlerine kadar birçok farklı seçenek mevcut. Çoğu restoran öğleden sonra ‘happy hour’ uygulaması yaptığından yüzde 30’a varan indirimlerle lezzetli bir yemek yiyebilir ya da hoş bir kokteyl yudumlayabilirsiniz. 

Espanola Way

5) Tarihi Art Deco Bölgesini Gezin 
Art Deco tarzında inşa edilmiş 800’den fazla binanın bulunduğu bölge 5. Cadde ile 23. Cadde arasında kalıyor. Ocean Drive’ın, Collins Avenue’un ve Washington Avenue’un kestiği bölgedeki binaların büyük çoğunluğu 1923 ile 1943 arasında inşa edilmiş. 1930larda mafyanın tatil merkezi 1980lerdeyse uyuşturucu ticaretinin başkenti olan bölge bugünlerde mimarisiyle dikkatleri üzerine çekiyor. 

Art Deco Bölgesi


6) Lincoln Road’da Zaman Geçirin
Lincoln Road, Alton Avenue ile Collins Avenue arasında uzanan araç trafiğine kapalı bir bölge. Birçok kafe, restoran ve mağazaya ev sahipliği yapan bölgede ister karnınızı doyurun ister kahvenizi yudumlayın isterseniz de alışverişin keyfine varın. Ayrıca Lincoln Road’a haftasonu uğrarsanız yol boyunca kurulan seyyar stantlarda etnik lezzetleri tatma şansınızın olduğunu unutmayın. Vitamin takviyesine ihtiyaç hissederseniz ananas, papaya, karpuz ve mango karışımlı bir meyve kabını seyyar stantlarda 5 dolara bulabilirsiniz.

Lincoln Road 


7) 1 Hotel South Beach’in Rooftop’ında Güneşi Batırın
South Beach’te hava kararmadan yapılacak en güzel aktivitelerden birisi 1 Hotel South Beach’in 18. katına çıkmak olacaktır. Güneşin batışını muhteşem bir rooftop atmosferinde leziz bir kokteylle seyretmek keyfinize keyif katacak. Saat 7’den sonra otel dışındaki müşterilere de servise başlayan bar ve restoran için giriş ücreti yok. Bar fiyatları dışarıdaki mekanlardan pek de farklı değil. (Örneğin mojito $15, bira $9, espresso $4.)

1 Hotel South Beach Rooftop


14 Mart 2017 Salı

Kıbrıs'ta Bir Haftasonu ve Üç Şehir


Kıbrıs denince akla ya siyasi anlaşmazlıklar ya da ‘günah saatleri’ geliyor. Oysa Kıbrıs bunların çok ötesinde anlamlara sahip bir ada. Klişelerin ötesindeki Kıbrıs’ı tanımak için bir haftasonu düştük yollara. İki güne tüm Kıbrıs'ı sığdıramayacağımızı bilsek de rotamıza aldığımız üç şehrin görülmeden geçilmemesi gereken noktalarına doğru bir yolculuk yaptık. Kıbrıs'a tekrar dönme sözüyle Lefkoşa, Mağusa ve Girne'yi insanıyla, tarihiyle ve mimarisiyle anlamaya çalıştık.

İlk Durak Lefkoşa

Havaalanından Lefkoşa için bindiğimiz otobüs, çiçeklenmiş tarlalardan geçerken koku alma yetilerimiz canlanıyor ve büyüleniyoruz… Derken yapılaşma başlıyor yavaş yavaş. Kıbrıs için çoğu kişi 'büyük bir kasaba’ yorumunu yapıyor. Ercan-Lefkoşa yolu üstündeki düzensiz yapılaşma bunu onaylatacak cinsten.


Lefkoşa’ya ulaştığımızda Balkanlar’da bir şehirde olmadığına inandırmaya çalışıyorum kendimi. O şirin ‘Kıprıs ağzı’ bana nerede olduğumu anımsatıyor çok geçmeden. Terminalden çıktıktan sonra, şehrin merkezi giriş noktası olan ve Venedikler tarafından inşa edilen Girne Kapısı’na varmak için yaklaşık 10 dakika yürüyoruz. Bu nokta resmi geçitler için de kullanılan küçük bir meydana da ev sahipliği yapıyor.

Büyük Han
Girne Kapı’ dan şehre girdikten sonra istikamet Osmanlı’nın Lefkoşa’da bıraktığı izler. Bunun için önce Büyük Han’a uğruyoruz. Geçmişte konaklama amacıyla kullanılmış olan han, bugün birçok kafe ve restorana ev sahipliği yapıyor. Geleneksel Kıbrıs ürünleri için hanın ikinci katındaki şirin dükkan doğru adres. Kıbrıs’a has ceviz macununu çantamıza attıktan sonra yola devam ediyoruz.

Geleneksel Kıbrıs Ürünleri
Tıpkı Büyük Han gibi Selimiye Camiisi de Lefkoşa’da yer alan önemli bir Osmanlı yapısı. Bir Fransız hanedanı olan Lüzinyanlar döneminde, 12. yüzyılın sonlarında Notre Dame Katedrali örnek alınarak inşa edilen Aziz Sophia Katedrali, adanın Kanuni'nin oğlu 2. Selim'in padişahlığı sırasında 1571’deki fethinden sonra camiye çevrilmiş. Katedralin mimari estetiğini bozmadan eklenen ve fethin simgesi sayılan iki minare, yapıyla harika bir uyum oluşturuyor. Camii avlusundaki İslam Eserleri Müzesi adadaki Osmanlı’yı biraz daha yoğun olarak yaşamak isteyenlere güzel bir fırsat sunuyor.

Selimiye Camii
Lefkoşa’nın başkent oluşu gezginleri korkutmamalı. Zira bu şehri yürüyerek keşfetmek hem kolay hem de keyifli. Ara sokaklarında kaybolmak ve geleneksel Kıbrıs mimarisini gözlemlemek için Arab Ahmet ve Samanbahçe mahalleleri doğru tercih. Arab Ahmet mahallesine vardığınızda Birleşmiş Milletler kontrolündeki ‘Yeşil Hat’ içerisinde yer alan ara bölgeyi görebilirsiniz.

Arab Ahmet Mahallesi
Arab Ahmet mahallesinde bulunan askeri arazinin bir kısmı bugün halka açık bir park. Parktaki salaş çay bahçesinde Kıbrıs Türk radyosunu dinlerken geçmişten gelen nağmelerin eşliğinde duvarların ve tellerin ikiye ayırdığı bir şehrin öte yanına bakarken farklı duygularda yok olabilirsiniz.

BM Kontrolündeki Yeşil Hat

Tarih Dolu Mağusa


Eski Mağusa, buram buram tarih kokan bir sur içi şehri. Bizanslılar, Lüzinyanlar, Venedikler ve Osmanlılar bu surların içindeki küçük şehre farklı farklı izler bırakmış. Geçmişten günümüze ulaşan izlerden en önemlileri Luzinyanlar döneminde inşa edilen ve Osmanlılar döneminde camiye dönüştürülen Lala Mustafa Paşa Camii, Venedik döneminde tamamlanan Othello Kalesi ve Deniz Kapısı. Ayrıca sur içinde irili ufaklı birçok kilise mevcut. Bu izler yavaş yavaş restorasyonlarla daha belirgin bir hal alsa da şu an turist çekmek için profesyonelce düzenlenebilmiş bir sur içi mevcut değil.

Mağusa Sokakları
Mağusa, Shakespeare’den Namık Kemal’e birçok önemli isimle özdeşleşmiş bir yer. Shakespeare’in Kıbrıs’a ayak bastığı şüpheli olsa da onun dünyaca ünlü Othello adlı tragedyasının Venedik devri Mağusa’sında geçmekte olduğu su götürmez bir gerçek. Vatan şairimiz Namık Kemal ise birçok eserini Mağusa’da geçirdiği sürgün yıllarında kaleme almış. Bu iki ismin Magusa ile bağları bugün de kesilmemiş. Shakespeare, kale dibindeki bir parkta yükselen büstüyle Othello için yapılan övgüleri kabul ederken Namık Kemal ise adına itaf edilmiş meydandaki büstüyle 38 ayını geçirdiği bu şehre yolu düşenleri selamlıyor bir yerli edasıyla.

Namık Kemal Meydanı ve Lala Mustafa Paşa Camii
Mağusa’da sur içini bitirdikten sonra görülmesi gereken en önemli yer Maraş bölgesi. Maraş, Kıbrıs İç Savaşı başlamadan önce adanın en önemli tatil kenti iken şimdi bir hayalet şehir. Kıbrıs Barış Harekatı’nın son günü olan 14 Ağustos 1974’te Türk askerlerince kontrol altına alınan bölge, uluslararası çevrelerin ve büyük devletlerin baskıları nedeniyle turizme açılamıyor. Birleşmiş Milletler, kontrolünü sürdürdüğü Maraş’ta KKTC’nin ihtiyacı olan turizm patlamasını engellemekle kalmıyor KKTC halkının refah seviyesini de düşürüyor. Maraş’ta atıl vaziyetteki konaklama kapasitelerinin KTTC’de bugün faal olarak kullanılan kapasiteye eş değer olduğu düşünülüyor. Sadece bu bile, 6.5 km’lik altın rengi plajların KKTC ekonomisi için önemini anlatmak için yeterli.

Hayalet Bir Şehir Haline Dönen Maraş


Kozmopolit Merkez Girne

Girne, girişinden itibaren diğer Kıbrıs şehirlerinden farklı olduğunu haykırıyor ona doğru yönelenlere. Gerek yerleşimin geniş bir alana yayılması gerekse de trafik yoğunluğu sizi Kıbrıs’ın sakinliğinden uzaklaştıran cinsten. Girne, Kıbrıs’ın kumarhaneleriyle ün salmış otellerin neredeyse hemen hepsine ev sahipliği yapan bir şehir. Girne otelleri, sadece kumar tutkunlarını değil Maraş’ın altın kumlarının keyfine varamayan deniz sevdalılarını da cezbediyor.

Girne Limanı ve Kalesi
Girne, otellerinin yanında limanıyla da KKTC’nin cazibe merkezlerinden. Birbiri ardına dizilmiş kafeler ve restoranlar günün koşuşturmacasına kısa bir mola verip hayatı bir süre de olsa kolayından almak isteyenlerin uğrak noktası. Girne Limanı, ev sahipliği yaptığı Batık Gemi Müzesi ile geçmişe kısa ancak derin bir yolculuk yapmak isteyenlere Akdeniz’in en eski ikinci gemi batığını görme şansını sunuyor.

Beylerbeyi Köyünden Beşparmak Dağları
Girne dağları kendine bakanı cezbeden cinsten ama bu dağların asıl güzelliği ev sahipliği yaptığı büyüleyici yapılarda gizli. Beylerbeyi (Bellapais) Köyü’ndeki manastırın manzarası sizi geçmişe götürmeye ve keşiş olmaya ikna edecek cinsten. Manastırdan çıktıktan sonra köyün tatlı sokaklarında küçük bir gezinti ihmal edilmemeli. Köye kadar çıkan dolmuşlar olsa da taksi ile ulaşım tek yön 20 TL. Beylerbeyi, merkeze yaklaşık 10 dakika uzaklıkta olduğundan zaman darlığı içinde dahi kesinlikle görülmesi gereken bir yer.

Beylerbeyi (Bellapais) Manastırı

Bir Haftasonundan Fazla Zamanımız Olsaydı...

Kıbrıs'ı iki günde bitirmek imkansız. Bunun bilinciyle gerçekleştirdiğimiz gezimize üç şehri çevresiyle beraber sığdırsak da adaya tekrar döndüğümüzde göreceğimiz yerlerin listesi bir hayli kabarık oldu.

Narenciye bahçeleriyle ünlü Güzelyurt, koruma altındaki Kıbrıs eşekleriyle ünlenen Karpazlar, ardında büyük bir gizem barındıran Mavi Köşk, Girne'nin tepesine oturtulmuş Saint Hilarion Kalesi, Rumlarla Türklerin hala beraber yaşadıkları Dipkarpaz Köyü ve efsanelere konu olan Apostolos Andreas Manastırı listemizin ön sırasındakiler.




21 Ocak 2017 Cumartesi

Bakü’yü Tanımak için 7 Mekan


Hazar’ın incisi Bakü Kafkasların en zengin ve en kozmopolit şehri. Avrupa’nın klişeleşmiş rotalarını aşmış gerçek gezginlere ve komşu coğrafyalarla Anadolu arasındaki bağı kurmayı amaçlayan kültür sevdalılarına Azerbaycan’ın başkenti harika fırsatlar sunuyor. İki haftamı geçirdiğim bu şehri anlatmak için size 7 mekan seçtim.


1. İçeri Şehir (İçəri Şəhər)

Bakü’nün tarihi çekirdeği olan surlarla kaplı bu mekan halk arasında ‘Kale’ (Qala) olarak da anılıyor. 15. asırda Şirvanşahlar devletinin başkentini batıdaki Şamahı’dan Bakü’ye taşımasıyla ortaya çıkan ilk sur kompleksi, bugün ‘UNESCO Dünya Mirasları’ listesinde. İçeri şehir, daracık ve tertemiz sokakları, güleryüzlü ahalisi, dükkanları ve restoranlarıyla Bakü’nün kalbi. 

İçeri Şehir'de Bir Dükkan
İçeri şehir sınırları arasında kalan ve görülmesi gereken en önemli iki yer Kız Kalesi ile Şirvahşahlar Sarayı. Bu yapılar tarihte bir yolculuk yaptırıp Azerbaycan hakkındaki bilgilerinizi genişletecek. Şirvanşahlar Sarayı daha klasik bir müze biçiminde organize edilmiş. Öte yandan Kız Kalesi’nin merdivenlerle yükselinen her bir katı interaktif ekranlarla bezenmiş ve böylece ziyaretçilere modern yöntemlerle tarih ve kültür aktarımı amaçlanmış.

Şirvanşahlar Sarayı'ndaki Avlulardan
İçeri Şehir’de uğranılmadan geçilmemesi gereken bir diğer yer ise Minyatür Kitap Müzesi. Şirvanşahlar Sarayı’nın alt sokağında kalan müze, dünyanın birçok farklı ülkesinden getirilen minyatür kitapların sergilendiği bir merkez olarak farklı konseptiyle öne çıkıyor. Müzeye giriş ücretsiz. 

Kız Kalesi'nden Bakü'nün Kompozit Mimarisi
Müze ziyaretlerinden sonra İçeri Şehir’de yapılacak en güzel şey dar sokaklarda kaybolup yerlilerle konuşmak. Daha sonra karnı acıkanlara ’qutab’ yani Azerbaycan gözlemelerinden yemelerini öneriyorum. Pendirli qutab (peynirli), göy qutabı (yeşillikli), et qutabı (kıymalı), toyuq qutabı (tavuklu) ve qarın qutabı (işkembeli) seçeneklerden bazıları. Üzerine de bir çay içtiniz mi değmeyin keyfinize. Şimdiden uyarmakta fayda var ki Azerbaycan’da çaylar hayli açık ve yanlarında bir parça limonla servis ediliyor. Yeme-içme üzerine daha çok bilgi için Azerbaycan-Şeki yazıma bir göz atın. 

Cuma Camii'nden Bir Görünüm
Bakü’de sayısı parmakla sayılabilecek camilerden birisi de İçeri Şehir’deki Cuma Camii. Şii camilerinde dikkati çeken ilk obje, kapının yanı başında duran ‘möhür’ler. Secde edilirken halının üzerine konan ve başın halıya değil de pişirilmiş toprağa değmesini sağlayan ‘möhür’ kullanım ananesinin peygamberin toprak üzerinde namaz kılmasından geldiği düşünülüyor ve bunun sünnet olduğuna inanılıyor.


2. Haydar Aliyev Kültür Merkezi

‘Zaha Hadid Mimarlık’ ile ortaklaşa çalışan bir Türk mimar tarafından 2012 yılında Bakü’ye kazandırılan bu sıra dışı yapı insanı büyülemekle kalmıyor aynı zamanda kendine doğru çekiyor. Çok geniş bir alan üzerine inşa edilen yapının dış mimarisi Hazar denizinin yükseliş miti ile Azerbaycan dağlarının karşılaşmasını yansıtıyor. Haydar Aliyev Müzesi ile Azerbaycan kültür, tarih ve mimarisini anlatan sürekli sergiler kültür merkezinin yapı taşları. Bunların yanında konferans salonu, kütüphanesi, medya merkezi, ortak kullanım alanları, yapay göl ve göl kafeteryası ile kültür merkezi şehirden uzaklaşmak isteyenler için bir kaçış noktası. Kültür merkezi aynı zamanda dünyaca ünlü sanatçı Anish Kapoor’un bir eserine de ev sahipliği yapmakta.

Haydar Aliyev Kültür Merkezi

3. Dağüstü Parkı

Bakü’nün Hazar ile buluşmasının en hoş seyredildiği yer Dağüstü. Adından da anlaşılacağı gibi buraya çıkmak için biraz gayret sarf etmek gerekiyor. Ben yorulmak istemiyorum diyenlere içinse Halı Müzesi’nin önünden kalkan teleferik çare oluyor. Dağüstü Parkı, seyirlik değerinin yanı sıra içinde çok değerli bir tarih de barındırıyor. 

Dağüstü'nden Gün Batımı Bakü
‘’Hoş gelişler ola kahraman Enver Paşa, Bir Emir ver orduna Kafkas dağını aşa’’ sözleriyle ölümsüzleşen Enver Paşa ve kardeşi Nuri Paşa’nın önderliğindeki Kafkas İslam Ordusu 15 Eylül 1918’de Bakü’ye bu dağdan girip şehri Rus Ordusu, İngiliz Birlikleri ve Ermeni komitacılardan azat etmişti. Böylece Azerbaycan’da kurulan ve ömrü Sovyet işgaline kadar iki yıl sürecek olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Gence’den Bakü’ye taşınabilmişti. Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan’da şehit düşen evlatları bugün Dağüstü parkındaki Türk şehitliğinde, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgali sırasında şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerinin yattığı Azerbaycan şehitliği ile koyun koyuna. 


Dağüstü Şehitliği
Dağüstü Parkı ev sahipliği yaptığı şehitliklerinin yanında şehrin yeni simgesi olan Alov qüllələri (Ateş Kuleleri) ile komşu. Ateş kuleleri, üç kulenin birleşimiyle yanan bir ateşi andırıyor. Otel ve işyeri olarak kullanılan bu modern yapı 2013 yılında hizmete girmiş.

Gece Işıklarında Alev Kuleleri

4. Nizami Caddesi (Nizami Küçəsi)

Adını 12. yüzyılın ünlü şair ve düşünürü Nizami Gencevi’den alan cadde Sovyetler döneminde "Targovi" olarak adlandırılmış. 3 km’yi aşan uzunluğuyla cadde, üzerinde çeşitli alışveriş ve yeme-içme mekanını barındırırken sadece yayalara açık olması nedeniyle Bakülülerin akınına uğruyor. 

Cadde üzerindeki yapılarda Sovyet tarzı mimari göze çarpıyor. Mimari sizi büyülerken yanınızdan geçen insanlara da dikkat edin derim. Zira benim başıma geldiği gibi bu cadde üzerinde üniversiteden arkadaşlarınızla karşılaşmak olasılık dahilinde. Nizami caddesi, Bakülülerin en önemli buluşma noktalarından biri olan şehrin en eski meydanı Çeşmeler Meydanı'na .(Fəvvarələr Meydanı) da bağlanıyor.


5. Bulvar

Bakü’nün simgesi haline gelen bulvar, uzunca bir sahil şeridinden meydana geliyor. Üzerinde son dönem Azerbaycan’ının simgelerinden olan yapıt ve binaları da içeren bulvar şehrin her kesiminden genç ve yaşlıyı ağırlıyor. 

Bulvar
Bulvar üzerindeki en önemli yapılardan birisi Azerbaycan coğrafyasının kültürünün ve geleneklerinin halıya nakşedilen motifler üzerinden anlatılmasını sağlayan halı müzesi (xalça müzeyi). Dış yapı mimarisiyle son dönem Azerbaycan yapılarının en nadidelerinden biri olan müze, içerdiği zengin halı koleksiyonuyla sayısız turisti kendine çekiyor. Giriş ücreti, öğrenciler için 3 manat (6 lira) ve yetişkinler içinse 7 manat (14 lira).   

Halı Müzesi
162 metreyle bir zamanlar ‘’en uzun bayrak’’ olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na giren bayrağın yükseldiği ‘Devlet Bayrağı Meydanı’ da bulvar üzerinde yer alan önemli bir diğer abidevi yapı.

Bulvar öylesine uzun ki şehrin merkezinden uzak kalan kısımları, zenginleşen Bakülülerin zevklerini yansıtan devasa binalar ve yaşam merkezleriyle ayrı bir muhit yaratıyor.


6. Yanardağ

Bakü merkezden 24 km uzaklıkta yer alan ve Abşeron rayonu (idari bölge) toprakları içinde kalan yanardağ, bin yıllardır yanan ateşiyle tarihten bugüne herkesi kendine hayran bırakmakta. Azerbaycan’a adını veren -ateşler ülkesi- ve kayalardan rastgele yükselen ateş, doğalgazın hava ile teması sonucu ortaya çıkmakta.

Yanardağ
Zerdüştlere (ateşe tapanlar) ilham veren bu eşsiz coğrafya, bin yıllar boyu kutsal kabul edilmiş ve daimi yanan ateş, baş Tanrı Hürmüz’ün yerdeki yansıması olarak algılanmış. Çevresine ibadet amaçlı ateşgahlar inşa edilen sonsuz ateşe, kutsiyet atfedildiği için özel kıyafetlerle yaklaşılmış ve nefeslerin ona ulaşması engellemiş. Azerbaycan’ın bu değerli tabiat harikası hakkında bilinen ilk yazılı bilgilere, 5. asırda yaşamış Bizanslı seyyah Panili Prisk’in ‘’Kafkas Albaniyasına Seyahat’’ adlı eserinde rastlanılmakta. 

Ateşgah
3.500 yıllık bu kadim dine inanan ve 200 bin civarında olduğu tahmin edilen Zerdüştler, bugün İran, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan ve Moğolistan’da yaşamakta. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Zerdüştleri buluşturan ve Bakü’ye 30 km uzaklıktaki Ateşgah mabedi ise her Nevruz ziyaretçi akınına uğramakta. 


7. Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi (Azərbaycan Tarix Muzeyi)

1920 yılında kurulan müze, şehrin merkezindeki Tağıyev Sokağında yer almakta. Azerbaycan arkeolojisi ve etnografyası üzerine tarih öncesi ile tarih sonrası dönemlerle ilgili objelerin sergilendiği müzede Medler, Albanlar, Şirvanşahlar ve Safeviler gibi önemli tarihsel dönemler hakkında geniş bilgi sahibi olmak mümkün. Müze, Azerbaycan'ın 19. yüzyıl petrol zenginlerinden Hacı Zeynalabdin Tağıyev’in köşkünün içine yerleştirildiğinden Tağıyev’in köşkünün korunan bir bölümü de ziyaretçilere o dönem lüks anlayışı hakkında önemli bilgiler sunmakta. Şehrin en büyük müzesi konumundaki mekan, Azerbaycan tarihi hakkında derin bilgi sahibi olmak isteyenler için bulunmaz bir nimet. Müzeye giriş, yetişkinler için 5 manat (10 lira) iken öğrenciler için 2 manat (4 lira). 

Ulusal Tarih Müzesi

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Agra Bir Masal Anlat Bana

Bu yazı ilk olarak 'Gezgin Kültür' dergisinin 113. sayısında, aynı başlık kullanılarak küçük redaksiyon değişimleri ve farklı görsel seçimleriyle temmuz 2016'da yayınlanmıştır. 

Hayal edilen şehirler vardır. Bir gün mutlaka gitmeliyim denilip önce düşlerde, sonra defterlerde, sonra planlarda yer alan ve bir gün gerçek olan, gerçeğine kavuşulan şehirler. Benim 'Hayal Şehrim' Agra idi ve bu satırları yazabildiğime inanamayıp gerçekleşmiş bir hayalden, Hindistan'ın davetkar şehri Agra'dan bahsetmek istiyorum.

Onun Gözlerinden Agra
Delhi tren istasyonundan gün daha ağarmadan bindiğimiz tren üç saatlik bir yolcuktan sonra Tac Mahal’in şehri Agra’ya taşıdı bizi. Tren istasyonundan ayrılırken tuktukçu seremonisiyle karşılandık. Tuttukçular, Hindistan'ın üç tekerlekli araçla yolcu taşıyan mobil insanları. Adettendir diyerek bir tuktukçuya yolculuğun maliyetini sordum. Uygun bir fiyat söylediği için tamam dedim haydi gidelim. Önce bir iki laf attı Vikram, Türküz deyince tuktukunu sürerken bir yandan da küçük bir defterin sayfalarını karıştırmaya başladı ve tuttukuna binmiş Türkler tarafından kendisi için yazılmış metinleri gösterdi bize. Sonra tuktukunu durdurdu ve bizi gün boyu gezdirebileceğinden bahsetti. Kısa bir pazarlık evresinden sonra toplam 700 rupide (35 lira) karar kıldık.

Vikram'ın tutkukunun içinden
Eşyaları otele bırakıp karnımızı güzelce doyurduktan sonra ilk durak olan Bebek Tac’a vardık. Tac Mahal’in öncülü olduğu düşünülen yapıya giriş için kişi başı 100 rupi (5 lira) ödedik.  ‘Mücevherat kutusu’ olarak da adlandırılan yapı, bahçe simetrisiyle dikkat çekse de güzelliğini içinde taşıyormuş meğer. Tapınak, kutsal mekan ve anıt mezarlara ayakkabı ile basmama geleneği nedeniyle ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra Bebek Tac’ın içindeki dünyaya ulaştık.  Yüz yıllara meydan okuyan duvar süslemeleri ve taş işçiliği ağzımızı açık bıraktı.

Agra Yolları...
Sıradaki durak Agra Kalesi idi ama kalenin dörtte üçlük kısmının ordu tarafından kullanıldığını ve turistlere kapalı olduğunu öğrendikten sonra kalenin halka açık bahçeleri arasında kısa bir gezinti yapmakla yetindik. Tuktuka tekrar bindiğimizde bu sefer eski şehrin caddeleri arasında ilerliyorduk. Yolun yan tarafında görünen bir zamanların ulu Yamuna nehri, bugün barındırdığı kirliliğe aldırmayan çocukların eğlence alanı ve belki de başka su kaynağı olmayan fakir yerli halkın kıyafetlerini yıkama ve temizlenme yeriydi. Bu manzaralar Hindistan gerçekleriydi, iç karartıcı ama gün gibi ayan gerçekler…

Tac Mahal avlusundaki anne ve çocuğu
Tuktuk ile bir sonraki durak Tac Mahal’i arka cepheden gören bahçeler idi. Havanın sisli olması bize istediğimiz görüntüyü vermese de yol üzerinde gördüğümüz tapınak ve çevresindeki arsada kriket maçı yapan çocuklar beni çocukluğuma, mahalle camisinin çevresinde taşlardan kale yapıp arkadaşlarımla top peşinde koştuğum günlere götürdü.

Hint işleri

Geç ama leziz bir öğle yemeğinden sonra soluğu Hint el işlerinin yapıldığı dükkanlarda aldık. İlk durak Hint giysilerinin sergilendiği rengarenk bir dükkandı, sonraki taş işçiliğinin yapıldığı bir başkası. En son ise Babür minyatürlerinin sergilendiği bir dükkanı ziyaret ettik. Hint sanatının doruk noktalarından biri olan minyatürler, bu coğrafyadan hatıra olarak götürebilecek en değerli objelerden. Önce kara kalemle çizilen motifler kıl fırça ile boyandıktan sonra altın kaplama ile süsleniyor. Yıllanmış kağıtlara nakşedilen bu minyatürlerin binlerce rupi olan orijinal eserlerine gücünüz yetmezse, kopya eserleri benim yaptığım gibi birkaç yüz rupi karşılığında edinebilirsiniz.

Hint minyatürleri ve işlemeleri
Günün sonuna yaklaşırken Agra’da güneşin batırılacağı en güzel mekan için kişi başı 750 rupiyi (32 lira) feda ettik. Kapıdaki sıkı güvenlik önlemleri ve çanta kontrolüyle geçtiğimiz birinci kapıdan sonra kendimizi Tac Mahal’in dış avlusunda bulduk.  İkinci kapıya doğru ilerledikçe beliren güzelliği tamamen gördüğümüz an sanki başka bir alemdeydik. Gerçekten hangi aşk böylesine masalsı bir yapı daha ortaya çıkarabilirdi ki?

Dışardaki görüntü anıt mezarın içine girince bambaşka bir boyut kazandı. Önce ne yaptığını anlayamadığım elinde küçük fenerler olan ve arada duvara yaklaşıp bağıran tiplerin yanına vardığımda aklıma Cemal Mithat Kuntay’ın dizeleri geldi: ‘’Anlat bana bir parçacık ecdadımı anlat. Muhtacım o efsaneye tarihe masal kat.’’. Onlar da sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi ışık vurunca renk değiştiren duvarlara dokunan nilüfer çiçeklerini ve altından yapılmış yarım ay biçimindeki mezar girişini gösterdiler bana. Etkilenmemek elde değildi.

Tac Mahal
Sisin gökyüzüne egemen olması nedeniyle Tac Mahal’de beklediğimiz güneş batışını yakalayamasak da kararmaya başlayan gökyüzü, sevgili için yapılan böyle masalsı bir yapının yüceliği ve dış kapıdan ayrılırken başlayan ezanın sedasıyla mistik bir yolculuğa doğru itilmiştim.

Agra, uzaklardan bugüne taşınmış bir efsaneydi belki, ihtişamlı günlerinden geriye sadece büyük yapıları kalan. Ya da çok eski bir masaldan parçaydı. Her masalda olduğu gibi uçlardaydı orada da hayat. Sokaklar fakirlikle baş etmeye çalışan insanlarla doluyken yüz yıllık yapılar parıldıyordu yapıldıkları ilk gün gibi ve kalpleri çalmaya devam ediyordu.